Benlik ve İzlenim Algısı

          


         

    
    "Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol"(Mevlana)





        Rumi’nin bu güzel sözünü bilmeyen yoktur…Sanki Rumi bu güzel sözüyle yüzyıllar önce; içi dışı farklı, samimi olmaktan uzak, kendi özüyle ve çevresiyle zıtlık halinde, sürekli bir çatışma içerisinde bulunan günümüz modern insanını tarif etmiş … 
          Bilimsel olarak kanıtlanmamış olsa da; kabaca insan ruh, beden ve zihin olarak üç farklı parçadan oluşmuş bir yapıdan meydana geliyor... Her ne kadar bu üç farklı öğe birbirinden ayrı ve bağımsız şekilde var olsalar da, birbirleriyle sürekli bir ilişki ve iletişim hali içerisinde eşzamanlı olarak birlik ve bütünlük halinde tek bir bedende yaşam sürüyor… Birey bu üç ayrı parçayı tek bir beden üzerinde bir noktada dengede ve uyumlu şekilde tutmaya çalışarak dış dünya ile temas kuruyor. Fakat bunu yaparken kişi, kendi içerisindeki ahengi yakalamasının zor olması bir yana bir de dışarıdaki fiziki ve sosyal çevreyi kendisine adapte etmeye, onu kendi yararına dönüştürmeye ve böylelikle “sağlıklı ve iyi” hissettiren yüceltilmiş bir değere ulaşmayı, bunun nihai sonucunda da kendini gerçekleştirmiş olmanın verdiği rahatlığa ve yüksek öz değere varmayı amaç ediniyor…. Nedeni tam olarak bilinmez ama bu yüceltilmiş “öz değer” hissi insanın en önemli psikolojik hedeflerinden bir tanesidir... Bu öz değer duygusuna varamamak bir yana, geçici de olsa onunla bağlantıyı kaybetmek insana derinden bir huzursuzluk ve mutsuzluk hissi veriyor. Bu yüzden bir çok insan sürekli öz değerini hatırlatacak, ona ulaşmasını kolaylaştıracak kısacası öz varlığını iyi hissettirecek şeyleri mütemadiyen “dışarıdan” öyle ya da böyle bir şekilde talep ediyor. Bu nedenle insan, öz varlığının değerini olumlayan, onu kabul eden, hatırlatan ve inandıran şeylerin peşinden koşup gider, hatta gerektiğinde öz değerin onaylanması için çekinmeden değişik “rollere” bürünür…Bu psikolojik hakikat zaman zaman yorucu ve katlanılmaz olsa da, öz saygısını dışarıdaki onaylı bakışlardan almayı süreklilik haline getiren insan; bunu, tıpkı madde bağımlısı birinin maddesi ile olan ilişkisi gibi alışkanlık halinde yaşamaya başlar ve hatta bir zaman sonra bunun sonucunda da kedini tüketmeye doğru gider…Hatta  ve hatta kişi gerektiğinde kendisine bile doğruyu söylememe pahasına, olmadığı biri gibi davranarak sentetik, kurgulanmış ve yalan bir ideal kişiliğin taşıyıcılığını yapmaya başlar, böylece kişi kendini parça parça ederek sosyal dünyanın kurbanı haline gelir fakat bu kurban olma hali uzun vadede öz varlığı içeriden güçlü bir şekilde sızlatır çünkü değerin ve saygının kendisinden değil de, kurgulanmış makyajlı ve sentetik bir imajinasyondan geldiğini anlayan “öz”, artık bir yerde yalancı değeri kabul etmeyi bırakır ve dolaylı olarak “iyi ve sağlıklı” hissetmeyi reddeder ve akabinde ise nevrotik ve patolojik belirtiler peş peşe baş gösterir.. 
      Maalesef günümüz sosyal medya platformları da öz’ün bu şekilde kandırılmasına ve yalanlanmasına yarayan dijital bir alan haline döndü....Söz gelimi kültürlü ve eğitimli olarak bilinmek için kitap okumak, seyehat etmek, okul bitirmek gerekmiyor çünkü birkaç anlamlı söz paylaşmak, anadilin arasına birkaç yabancı kelime serpiştirmek zaten direkt eğitim ve kültür algısı yaratıyor.(!) Bunun yanında insanlar nasıl bilinmek istiyorsa o bilinme haline uygun idealize edilmiş bir maskeye bürünüp takdir, onay, beğeni ve kabul yarışına giriyor...Sosyal medyadaki kategorik olarak kurgulanmış algılar ve izlenimler sayesinde; kültürlü , eğitimli, seçkin zevklerle dolu, yüksek beğeni duygusundan gelen giyim tarzına haiz, mutlu yaşamın sırrını çözmüş, en iyi ilişkilere sahip biri gibi bilinmek, görünmek artık fazlasıyla mümkün… Hal böyle olunca da, insanlar beğeni duygusu oluşturmak ve öz değerini hissedebilmek için hemen hemen her şeyi videoya alıp sunmaktan çekinmiyor. Zira maddi ve manevi, her şeyin değeri görülebilir olmakla ilişkili hale gelmiş bulunmakta… Sanki, “görünüyorum, öyleyse değerliyim” diye gizli bir motto, modern insanın varoluşunda derin ve güçlü bir karşılık görmüşçesine herkes değer, anlam ve önemi fark edilebilme ölçüsüyle tartıyor, biçiyor ve anlıyor. Görmenin yetmediğine inandırılmış insanlar görünüm ve sunum yarışının içerisinde kaybolmuş durumdalar. İnsanlar arasında adı tam olarak konmamış bir görünebilirlik savaşı yaşanıyor adeta..Bu savaş ve rekabet hastalıklı bir virüs gibi sosyal medya platformları aracılığıyla insandan insana bulaşıyor. Her şey sunum, makyaj, estetik ve izlenim konusu haline getirilip paylaşım çılgınlığına döndü…Haliyle insanlar da kendi suretlerinin esiri olmuş durumda… Tanınma ihtiyacı, "şekil isteği", fark edilme ve beğeni arzusu sıradan insani hasletler olmanın ötesine geçerek, biçim kaygısı ve beğeni hastalığına döndü. İzlenim ve beğeni ihtiyacı, hastalık seviyesine eriştiği için görünmenin şartı ve kriterleri de zaman zaman psiko-patolojik arzuları bile ihtiva etmeye başladı… 
           Aslında egosu olan sosyal bir varlığın, bilinme kaygısı ve amacı taşıması kısmen doğal, makul ve anlamlı hatta gerekli, ancak kantarın topuzu çoğu zaman kaçıyor ... 
         Bu nedenlerle; değer kıstasları acilen gözden geçirilmeli. İnsanın değerini salt görünüşünden değil, aynı zamanda gördüğü, göründüğü ve göründüğünü sandığı imajinasyonların toplamından ve bütünleşmesinden elde ettiği yeni bir "benlik" anlayışına ve kabulüne doğru geçilmeli… Sadece içedönük bir benlik a sosyal bireyleşmeye sebep olduğu gibi, salt bir imaja talip olmak, kendini sürekli dışarıdan kurgulamak ve planlamak, toplum nazarına hapsolmakta insanı sahte bir benliğe dolayısıyla sentetik bir kişiliğe mahkum ve kurban eder. Böylece kendini nesneleştiren birey artık bir yerde kendini metalaştırmaya, ruhunun iç kaynaklarını amansızca tüketmeye başlar...Bunun doğal sonucu olarak ise kendine inanmayan ancak buna karşın başkalarından kendisine inanmasını bekleyen "maskeli" profillerin yarattığı yapay, samimiyetsiz ve içtenlikten uzak davranış kalıpları ortaya çıkar... Sadece özündeki değeri bilen, sosyal bakışların gücünü de yadsımayan dengeli bir bakış gerçekçi, makul ve anlamlı davranışlar üretir… Bu şekilde içerideki Öz, hesaba katıldığı için dışarıdan onaylı bakışlar almayı takıntı haline getirmez...Böylelikle gerçek bir kendilik sahte bir profilin sentetik performanslarına heba edilmek durumunda kalmaz… Gerçekçi bir aktivite, içerideki hakiki bir öz ile dışarıdaki bir başka öz’ ün karşılaşmasından, fark edilişinden, tanık oluşundan, etkileşimde bulunup sonra da başka bir karşılaşma için alanlarına geri dönmelerinden gelir…Gerçek bir etkileşim, hakiki bir iletişim ve yapay olmayan bir deneyim ancak bu şekilde meydana gelir.. Bu şekilde dengeli bir davranış üreten birey, absürt ve aykırı bir içeriği salt görünür olma uğruna sunuma koyma ihtiyacı hissetmediği gibi böyle bir şeyin talebinde de bulunmaz ve böylelikle izlenim esaretinden özgürleşmiş olur… 
            Yani kısacası Ruh, beden, zihin ve çevre birbiriyle nispeten daha uyumlu ve bütünleşik bir hale gelir.. Ancak ve ancak böyle  bir birey , Mevlana'nın yukarıda sözünü ettiği; kendi varlık halleriyle barışık, birlik ve bütün halinde, içi ve dışı bir olan, değerini sadece intibasın dan değil aynı zamanda “kendi özgün kaynaklarından" da almasını ve üretmesini bilen yüksek değerli bir profile sahip olur…

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Uçuş Heyecanı

Entropiden Harmoniye; Sanatın Anatomisi