Entropiden Harmoniye; Sanatın Anatomisi

            "Eğer gerçeklik , duyularımıza ve bilincimize doğrudan çarpsaydı...eğer nesnelerle ve kendimizle dolaysız bir paylaşıma girebilseydik sanat herhalde bir işe yaramazdı. Daha doğrusu hepimiz sanatçı olurduk çünkü ruhumuzun titreşimleri doğayla kusursuz bir UYUM yakalardı ..iç dünyamızın özgün ve hiç kesilmeyen melodisini duyardık ...ancak bunların hiçbirini açık bir biçimde algılayamıyoruz ..Doğa ve bizim aramıza dahası bizimle kendi bilincimiz arasına sanki bir perde giriyor" Bu perde sıradan insanlara oldukça kalın iken sanatçılar ve şairler arasında incecik, neredeyse yok gibi.." (Henri Bergson 3 Haziran1936)                                                                                             

         Bergson'un sanat hakkında yaptığı bu fevkalade açıklamanın üzerine söylenebilecek pek bir söz yok ama ben yine de bu yazımda şansımı biraz zorlamak istiyorum. Bu makalemde, sanatın kökeni ve bir sanat eserinin hangi ihtiyaçlar nedeniyle meydana geldiğini kendimce anlatmaya çalışacağım... 
         Sanatın Tarihi meselesi de tıpkı sanatın kimliği konusundaki tartışmalara benzer. Bazı kaynaklar sanatı 30.000 yıl öncesine dayandırıyorken, bazı kaynaklar 40 000 yıl öncesine, bazıları ise MÖ 290.000 yıl öncesine dayandırır... Hülasası sanatın serüveni hakkında net bir bilgiye sahip değiliz.    
         İkonografik bir eser neden hoş bulunur? Beethoven'ın Sol Majörde bestelediği Sonato eser dinlenirken neden haz uyandırır? Barok stilde yapılan bir heykel neden hayret uyandırır? Bir Hattatın, Hat sanatı neden insana dinginlik verir? Mevlana'nın, Yunus Emre'nin eserleri neden insanı alıp başka diyarlara götürür? Kısacası SANAT nedir?Çok çeşitli izah biçimleri ve hakkında hummalı tartışmalar olsa da, kabaca ve popüler tanımıyla sanat; yaratıcılığın veya hayal gücünün ifadesi olarak tarif edilir. Sanat otoriteleri burada sanatı, ekspresyonist bir bakış açısıyla, onu bir ifade ürünü, bir aktarım aracı olarak ele almış fakat konu, sanat akımları tartışmasına kaymasın diye sanat tanımını burada sınırlamak istiyorum. 
         Sanat üzerine şahsi bakış açımı paylaşmadan önce sanatın üretildiği kosmos ve sanatı icra eden insan hakkında genel kabul görmüş fizik yasalarından Entropi ile insan doğasının karmaşıklığını açıklayan psikanaliz kuramı hakkında bir kaç şey söylemeyi zaruri görüyorum. Nedir Entropi? Bir termo dinamik fizik yasası olarak entropi, evrendeki düzensizlik, rastgelelik ve karmaşa ile ilgilenir. Kabaca Entropi evrendeki kaosun, düzensizliğin miktarını ölçer... Amiyane bir tabirle, depresyona girdiğimizde bedenimizdeki entropi miktarı artar, iyileşme ile birlikte bu miktar negatif yöne doğru geriler..Yani fizik yasalarından da anlayacağımız üzere kosmosda zerafet ve güzellikle birlikte belirli değer aralığında kaos, düzensizlik ve karmaşa mevcuttur. 
         Yine Psikanaliz kuramı da tıpkı entropi yasası gibi insanın ruhsal dünyasını dinamik bir modelle açıklar. Sigmund Freud, insan bilincinin ve davranışlarının kaynağının bir dizi dinamik süreçler sonunda ortaya çıktığını fark etti ve bunu kuramında modelleştirerek Tıp, sanat, siyaset, toplum bilimleri üzerinde geniş bir etkide bulundu. Freud, insan bilincinin bir takım bilinçdışı alandan kaynaklanan motivasyonlar neticesinde şekillendiğine inanıyordu. Bilincin arkasında kabaca "id"olarak tanımladığı ilkel dürtüleri temsil eden bir bölüm bulunduğunu, bu ilkel dürtünün çocukluktan kalma istek ve hazları tatmin etme çabasında olduğunu, İd'in tam karışışında ise süper ego adında ilkel talepleri reddeden, insanın manevi yönünü temsil eden bir bölümün bulunduğunu,id ile süper ego arasındaki amansız mücadele ve rekabeti dengelemeye çalışan ego şeklinde temsil edilen bilincin bir diğer parçasın daha bulunduğunu, id ile süper ego arasındaki çatışma ve rekabetin ego tarafından kontrol ve denetim altına alındığını, sonuç olarak ego sayesinde kişinin dengeli, uyumlu ve makul bir davranış ortaya sergilediğini ileri sürdü. 
         İnsan bedeni dışarıdan bakıldığında düzenli, uyumlu ve dengeli gibi görünse de, Psikanaliz kuramından anladığımız kadarıyla insan vücudunun dahilinde tıpkı kosmosda olduğu gibi bir düzensizlik, bir çatışma, bir rekabet kısacası bir kaos ortamı olduğu aşikar. Yani nihayetinde insandan tabiata hemen hemen bilinen her alanda "diyalektik" bir mekanizma faaliyeti mevcut gibi... Kişisel olarak sanatsal faaliyetin insan ruhunda ve doğada bulunan bu karmaşa ve düzensizlik ile ilişkisinin olduğunu, hatta bu düzensizliğin sanatsal yaratım sürecinde payanda görevi üstlendiğini düşünüyorum. Fizik, psikoloji ve sanat kuramlarını ister bilelim, ister bilmeyelim bilincimizin derinliklerinde kaosun, düzensizliğin, karmaşa, çatışma ve çok sesliliğin iç duyusu/görüsü her daim mevcuttur...Bu nedenle insan olarak belli ölçülerde olan(altın oran), birliği, ahengi, düzeni ve simetrisi bulunan harmonik şeylere ilgi duyuyoruz. İşte sanatsal bir yaratım sonucu ortaya konan eserdeki beğeni ve haz duygusu büyük ölçüde bu ilgiden kaynaklanıyor. Şekilsiz, ölçüsüz, oransız, düzensiz, karmaşık ve asimetrik şeylere duyduğumuz kayıtsızlık ve tiksinti de aynı nedenlerden mütevellittir...Bu sebeplerden ötürü bizler ölçülü, düzenli, belirli bir ahenge dayanan şeylere "güzel" demeye eğilimliyiz. İster 30.000 yıl öncesi insan olsun isterse gelecekte yaşayacak bir kuşak olsun hepimiz düzensiz, plansız, kaotik, uyumsuz ve dengesiz şeylerden pek hoşnut olmayız..İşte sanatçı kendi içindeki rastgelelik, kaos, gürültü, uyumsuzluk ve dengesizlik halini yaptığı sanat eserinde tersine çevirmeye çalışan; ölçüsüz, oransız, şekilsiz ve plansız bir ruh halinden uzaklaşmaya gayret gösteren kişidir..Bana göre sanatsal bir ürün; kendi iç dinamikleriyle, zamanıyla ve evren ile mükemmel bir uyumu ve dengeyi yakalamış olan bir sanatçının elinden çıkmış estetik bir objedir. Sanat ilkin plansız, uyumsuz, dengesiz, ölçüsüz, kaotik ve gürültülü olan şeylerden beslenip başlasa da sonradan bunlara verilen estetik bir tepkidir aslında, o aynı zamanda güzel olmayana ve haz vermeyen şeye zarif bir başkaldırıdır. 
         Yazının kapağındaki Ünlü Ressam Salvador Dali'nin içerisinde bulunduğu Dali Atomicus isimli sürreal çalışma da bu dinamik anlatıma güzel bir örnek teşkil ediyor diye düşünüyorum. Şöyle ki; fotoğraf dışardan bakılınca planlı ve amaçlı bir kare gibi duruyor. Karenin içerisinde standart bir zemin ve arka plan bulunuyor. Aynı zamanda planlı bir ışık seçimi var. Eserin dışardan kompozisyon gayesi taşıdığı su götürmez bir gerçek...Ancak karenin içerisi aynı insan ruhu gibi kaotik, düzensiz ve rastgele..Eserde İnsan da var, hayvanlar da, canlı nesnelerde var cansızlar da, yükselen nesneler de var, yere basanı da, siyah tonlar da var, beyaz tonlar da, hareket de var durağanlıkta...Bu nedenle Dali Atomicus tamamen hayatın kaotik tarafına gönderme yapan planlı ve maksatlı bir sürreal çalışmadır.
         Yazının üst kısmında Henri Bergson'a ait alıntı makalede, Bergson'un "perde" dediği şey de aslında, sanatçının içi, dışı ve zamanıyla arasındaki bir uyumsuzluk, dengesizlik halinden başka bir şey değil..Peki Bergson'un kasttettiği perdenin arkası tam olarak nedir? Bana kalırsa sanatçının özüyle, çevresiyle ve zamanıyla kurduğu mükemmel bir münasebet anında yapıp ettiklerine, "perdenin arkası", yani "sanat" denir..Perdenin arkasında da, güzellik hazzının özgün kaynağını temsil eden sanat eseri bulunur...
         Özetle; kaosun düzene, gürültünün müziğe, çirkinliğin güzelliğe, amorf olanın mimariye, rastgeleligin kompozisyona dönüştürülmesi işidir sanat. Bu özellikleriyle sanatsal obje aracılığıyla güzellik, sahibinden  onu algılayana doğru taşar ve algı sahibinin etrafını kuşatır. Böylelikle sanatçı da arınma duygusuyla sanatının üzerinden kendisini aşar ve yükselme duygusuyla var olmanın neden olduğu ağırlık hissiyatından bir anda özgürleşir. 
         İşte o özel ve biricik anlarda önce "ilham" ardından yaratıcı bir eylem ve nihayetinde de estetik bir form meydana gelir... Sonra da o estetik obje,  onu algılayana, "bu şey ne kadar da güzelmiş" dedirtir...

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Uçuş Heyecanı

Benlik ve İzlenim Algısı